09:55 - Tam bir komedi ! Rüzgar, uçağı uçak gemisinden düşürdü |Haber
12:35 - Dolar, Euro’yu geçince ne oldu? |Ekonomi Haber
12:28 - Altın fiyatları neden düştü? | Ekonomi Haber
10:47 - Zamlı maaşlar ne zaman yatacak ? | Ekonomi Haber
13:30 - BM: 2023’te Hindistan nüfusu Çin’i geçecek | Haber
13:27 - Putin: Ukrayna’da savaş daha yeni başlıyor | Haber
11:03 - Başkent Trafik Ve İş Kazaları Mağdurları Derneği | İstanbul
09:37 - Fitch, Türkiye’nin kredi notunu düşürdü | Ekonomi Haber
18:22 - Hak yerini buldu. Kadir Şeker tahliye edildi | Haber
17:57 - İstanbul’da 210 gram ekmeğin fiyatı 4 lira oldu | Haber
Edebi bilgimiz ne kadar güçlü olursa olsun, anadilimizi ne kadar etkili kullanırsak kullanalım, çok basit durumu, sıradan bir düşünceyi ya da olayı etraflıca ifade edebilmemiz için bile bitmek tükenmek bilmeyen uzun ve sıralı cümleler kullanmak zorunda kalabiliyoruz.
İşte böyle anlarda; deyişler, atasözleri, deyimler, vecizeler yardımımıza koşar ya da hiç ummadığımız sıradan birinin düşünmeden uydurduğu, ilk başta anlamlandıramadığımız bir çift lafı kullanarak durumu ifade ederken, bu sayede lafı gediğine koymuş oluruz.
Bahsettiğim konuyu destekleyecek bir olay yaşadım geçenlerde. Önemli sayılabilecek randevuma trafiğe yakalanmadan zamanında ulaşabilmek için metrobüsle yolculuk yapıyordum. Aracın içi “İğne atsan yere düşmez,” diyebileceğimiz bir haldeydi. Bir sonraki durağa yaklaşırken aracımızı gören yolcular ileri ve geri hareket ederek metrobüsün kapısının yanaşacağı en yakın yeri tahmin etmeye çalışıyorlardı. Duraktaki kalabalığın bir anda dağılarak, kapı sayısı kadar öbekleşmeye başladıklarını hayretler içinde izlemiştim. Artık metrobüs durağa yanaşmıştı.
Metrobüsün kapılarının açılacağı yeri doğru tahmin edenler ya da şans icabı yanlış hesap yapsa bile o günün hayrına hemen önünde açılan kapıyı cennet kapısı gibi gören şanslı yolcuların sevinçleri görülmeye değerdi.
Doğru yerde duranlar, kolaylıkla metrobüsün içine girerlerken kendileri içinde yer açılmasını sağlamak için öndekileri itekleyerek içeri doğru baskı yaparken savaşlarda askeri sistemin taktiklerine benzer öncü ve destek birlik gibi hareket ediyorlardı.
Yeni yolcularımız kapıdan içeriye hücum ederlerken; diğer yandan içerideki yolcular artık çekilmez hale gelen keşmekeşte, yavaş yavaş mırıldanıyor, gerekirse avazı çıktığı kadar bağırarak artık bu talana son vermelerini istiyorlardı
Yolcuların böylesinine tavırlar takınarak iyi bir misafirperverlik gösterdikleri söylenemezdi. “Gelen gelsin bizden, binemeyenlerde sizdendir” diye duraktaki yolcuları alaya alarak; aşağılar gibi bakınmak sözün bittiği an değildir.
Bütün bunlara rağmen, yine de artık binmesi mümkün olmayan kişiler için bu karmaşa duruma rağmen bile yolculuğa başlamak için olanaklar bitmiş sayılmaz.
Bazı uyanıklar vardır ki; binme anı fıkralara konu olabilecek düzeyde ve komikliktedir. Birincisi, vücudu dışarıda kalsa bile basamağa ayağının ucunu koyabilmesi yeterlidir. Bir sonraki aşama vücudunun bir kısmı dahi olsa kapıdan içeri girebilmektir.
İkincisi, “orta ve arka taraflar boş beyler1, ilerleyelim arkadaşlar! hepimiz işe yetişmeliyiz .” diye duygu sömürüsü yapmak, yalvarmak içeridekileri ikna etmeye çalışmak, küçük düşürücü olmasına rağmen başka hilelerdendir.
İçeriden birkaç destek gelirse iş kolaylaşır. Tıka basa dolan ve kapısını kapatmaya çalışan şoförün ikaz amacıyla kapıyı kapatıyormuş gibi verdiği komut ve usulca hareket etmesi artık yeter, anlamına gelir. O anda dahi şansını zorlayan uyanıklar çıkabilir. Nasıl olsa ayağını basmaklar a koyabilmiştir.
Doğru yerde durduğu için kendini akıllı sananlar, yine kaçırdım kapının yerini diye hayıflananlar, uykulu gözlerle nasıl oldu da yine durakta kalakaldım diye sersemleşenler… Kalabalık otobüse binmeye çalışanlar…
Aracın içine kendini atabilmek için binmeye çalışan o mahşeri kalabalığın içinden bir genç avına fark edilmeden yaklaşmaya çalışan bir tilki edasıyla önce sağ ayağını sonra sol ayağını kullanarak yarmaya çalışıyordu. Kalabalığın içinden sıyrılmak için ağır çekimde ki gibi önce sağ ayağını basabileceği bir yer ayarladıktan sonra hızla vücudunu ile atarak çift ayağının üzerinde yeni yerinde durmaya çalışıyordu. Bu oyunu kendine rahat bir yer buluncaya kadar devam etti.
İşte o anda biraz uykulu, biraz da serseri ruhlu gence söylenen bir çift laf beni kendime getirdi. Otobüste uyumaya devam edebilmek için kendi tarzı ile rahat bir yer bulmaya çalışan gencin, kalabalık arasında yürümeye çalışırken mecburen insanları rahatsız etmesi, günün anlam ve önemini belirten deyimle tanışmamı sağlamıştı.
“Ne lambur lumbur yürüyon lan!”
Gencin sırtındaki kocaman sırt çantasının darbesine maruz kalan başka birinin, “Hooop, hemşerim, kasayı taktın. Yavaş ol biraz!” sözü; arkasından, bu söze açıklama getiren başka birinin, “Kamyon şoförü müsün be adam?” sözleri peş peşe geliyordu. Bunaltan, havasız, mutsuz kalabalığın içinde kendi kendime gülmeye başlamıştım. Her an birinin, “Ne gülüyorsun be? Deli misin?” diye çıkışmasına ihtimal verip lafı gediğine koyacak bir söz bulmaya çalışıyordum. Aynı zamanda işin kötüsü, en ünlü şüphecilerin yaşadığı bu meret metropolde, psikolojik rahatsızlığı olan bir kişinin kendisine güldüğümü sanıp durduk yere kavga çıkarmaması için bazı gerekçeler arıyordum. Cevabı aslında basitti, yeni öğrendiğim deyim yeterliydi: “Lambur lumbur.” Kendi kendime gülmeye devam ettim. Biraz çılgınlar, birazcık da deliler gibi. Yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için de hiç kimseyle göz teması kurmuyordum. Metrobüsün artık boşalmaya başlamasından istifade eden genç de kendine rahat bir köşe bulmuş olmalıydı ki, atışmalar bir anda bitmişti. Ama ben “lambur lumbur”a kafayı takmıştım bir kere. Ve bu kelime, müthiş bir şekilde bizi anlatıyordu, her yerde kullanabilirdik.
Kökenini bulmak için internetten aramaya gerek duymadım. Keşfeden bir Türk’tür ve kesinlikle Türkçedir diye kararımı verdim.
Örneklendirelim: Aşkı bahane eden iki kişinin lambur lumbur evlenip lambur lumbur çocuk yapmaları… Aklımız başımıza gelmeden okullarda anlamsız ve devamlı değişen eğitim sistemine ayak uydurmak için lambur lumbur eğitim görmek… Derken lambur lumbur bir sınava karga tulumba girip tuhaf bir meslek seçmek zorunda kalışımız… Bir meslek sahibi olduktan sonra işin ehli olamadan lambur lumbur işimizi yapmaya çalışmak… Falan filan…
Bizi bir kenara bırakalım. “Lambur lumbur” deyimi ile en çok da yönetenleri tasvir edebiliriz. Örneği oldukça bol. Mesela; lambur lumbur saçma bilgi ve yöntemlerle halkı yönetenler. Lambur lumbur fikirlerin arkasına sığınıp ülkeyi yönetmeye çalışan siyasetçiler… Öteki dünya hakkında lambur lumbur bilgilerle bizleri itaat etmeye zorlayan din adamları… Lambur lumbur kanunlarla milletvekillerine trafikte geçiş üstünlüğü sağlayan çakarlı lamba uygulaması… Halkın malını sindirmeden lambur lumbur mideye indiren yandaşlar… Seçim arenasında Lambur lumbur hediye veya küçük bir rüşvetle beleş makarnayı sindirmeye çalışan gözü aç, gönlü tok halkımız… Devletin arazilerini, fabrikalarını bir gecede beleşe satan lambur lumbur akıllar…
“Ölme eşeğim ölme, yaz gelecek, arpa buğday çok olacak!” diye bizi halimize şükretmeye zorlayan lambur lumbur zihniyet, aşağılık bir zihniyet değil mi? Dolar 24 lira olacak ile çok düşecek iddiası arasında kalıp ne yapacağını bilemeyen halk; lambur lumbur fikirlerin kurbanı değil mi? Youtube kanallarında ekonomist olarak geçinen neyi idüğü belirsiz kişiler lambur lumbur yöneticilerin adamları değil mi? Lambur lumbur adamların lambur lumbur fikirleri ile lambur lumbur hale düşmedik mi?
Bir de, kendi halimize çare arayacakken , dünyanın geleceğini şekillendirmeye çalışmak gibi lambur lumbur düşüncelerimiz yok mu? Tam bir palavra..
Dolar rezerv para olarak kalacak mı? Euro ne olacak? Gelecek yüzyılda Türkiye dünyanın lideri olacak yalanlarıyla lambur lumbur gidiyoruz.
Boş vermek lazım bunları.
Maalesef fakir bir ülkede lambur lumbur yaşadığımız gerçeğini kabullenmeyle başlar her şey. Yoksa bir gün öyle bir şey olur ki, lambur lumburdan başka bir şey konuşamaz, hep birlikte lambur lumbur oluruz.
Sözün özü; lambur lumbursuz günler dilerim herkese…